Burdayım..tadına vardım..
kimseye de söylemedim bi süredir..
Bilmediğim şehirlerin rüzgarlarına takılıp toz olmuşum oralarda..
Benim şehrimin rüzgarı bile ılık,tanıdık..
heyecanla tittreyen sesimden belli özlemim..
çok özledim..
burdakileri çok özledim..
ve
olanca gücümle de sana bilendim..
tınısı kaybolmuş bi şarkı gibi esrik, şekilsiz kaldın öylece..
hiç sanmıyorum da; sen de hayıflanma..
üzgünüz, yokuzlara maruz kal hep..
bakma hiç göğe ve sana rehber ayakizlerne de hiç basma..
sıyrıl en güzel uykularından ve kıvrıl gece yarılarında..
gec bu faslı da böyllece..
söndürdüğün tek bir mum bile tanımaz seni artık karanlıkta...
31.01.2009
30.01.2009
Beirut
Yüzümden ,cildimden dökülmüş ışıltılı pullarımın yapışmak için yerlerine çırpınışları, yeniden yaratabilmek için tenimin kavislerini..
28.01.2009
İçimde sonsuzluk var..
ahh diyorum.. Şu kış geçip gitse diyorum sürekli..
buhranlarımı,halsizliğimi filan , asık suratımı alsa götürse kendisiyle beraber..
şeker gibi bi kız getirse gelen bahar..
kedime sarılsam , sarhoş olsam , sadece gülümsesem leyla modunda olsam ..
zararsız ziyansız yasasam , hiçbir müdahale olmadan ve de tamamiyle bana endeksli..
kimsenin beni üzmesine izin vermesem diyorum .. öyle istiyorum ..istek işte benimkisi..
bir arkadasmla sadakatten konustum dün gece..onun yasadım dediğii ilk ve tek aşkının bana nasıl cocukça ve olasılık dısı geldiğinden filan ..
Sonra da sabaha karsı eteğimdeki tasları döktüm teker teker , huzurluyumda şimdi..
Çoğuyla hiç birsey paylaşamıyacağım insanların olması etrafımda bundan birazda.. sen ne yasarsan yasa ,
ne olursa olsun hayatında senin kusursuzlugun asla bozulmuyor onlara göre..
sen prenses olmak istiyorsan prensessin, öyle işte tinkerbell filansın onların gözünde..
Lafları öyle geçiştirdğime bakmayın..Aslında biliyorum ki bu dunyada hersey sadece benimle ilgili..
benimle ve benim sevdiklerimle.. benim dünyam çünkü..
sana da senin dünyan.. kural bu..
Kısıtlanmış olsa da nefesi nerede alacağım ,bi yere kapatılmadım henüz..Yumusacık yastıgmda uyuyabiliyorum hala..
Evet hayat gercekten garip ,vapurlar filan.. kabul ediyorum bende ..
Huzursuzdum biraz, iç hesaplaşmalar filan uzak kalmak istedim yine de..
Kimse farketmiyor, bilmiyor hayatını potansiyel yarıladığını,
fazladan harcanacak, birşeyi didikleyip heba edecek zaman yok..
Üzülme insanlar için sende , anlamadıkları ve ya asla anlamıcakları için üzülme, şefkat filan da gösterme..
Ya da sadece bi süreliğine yap bunu...
Kendini dinle..
önemse..
dinle..
Şimdi ben...
İsmini, cismini ,müziğini ,bile aslında hiç hatırlamadığım
ve işte arada bi reklamını gördüğüm o filmden şu anda aklıma gelen o oldugu için etkilenmek istiyorum (:
Uyanınca dakikalar süren sabah uyanmalarının yerini, bir anda kalkma düşüncesiyle değiştrmek de..
meselaaa yagmurlu ve gri bile olsa hiçbir pazar sabahını
değişmeyeceğim cumartesiye ; bilinsin ...
Sonra insanlar için üzülmeyi de bırakmam gerekiyordu artık ..
Her insanın pişman olucak yeterli zamanı olurdu ,hata yapmışlarsa eğer
ve ben de art niyet içeren herhangi bişi yapmadıklarından emin olmamalıym ki ,
onlara verdiğim zamanı dogruuyu anlamak için kullansınlar..
Hem zaten canım yandıysa ;ama böyle afilli bi şekilde ,kanırttıysa bile beni,
savarken basımdan istemediklerimi dünyanın döndüğünü de
kendime hatırlatmalıydım..
Öyle hemen kırılan biri olmadım zaten de ,
hassas olduguma dair dedikodular biçoklarının
kulaklarına çalındı..
Onların ,zihnimin bulanmasını istemelerinin sebebi ,
aslında hayranlıklarından kaynaklanıyordu
ve
bu itiraflarını geri alıcak vakitleri olamadığı için bende mütevazi olamıcam hiç (:
:)
Dısardan bana bakanların komik bulacağı bi şekilde omzuma kaş çatışımın sebebi
kesin öpemeyişin olmalı..
Şimdi oturup gülücem kesin sinirden :|27.01.2009
" henüz " cesaretimizi toplayamadık. ki düze basmaya çalışıyoruz. " henüz "
kendimize gelememişiz. ki bizimle gelecek birilerini bekliyoruz kendimize... " henüz "
" henüz "başlamamışken kitabın sayfalarını çevirmeye;
yüzümüze çarpıverdi bir "son" öyküsü.....
" henüz " anlamış olmamız hayal kırıklığı...
Fasliyev
Hayal kırıklığı zafiyeti bu baska bişey değil..
Hayal kırıklığı zafiyeti bu baska bişey değil..
Olmasını istediğim herseyin, beklediğim ,arzu ettğim herseyn domino taşları gibi peşpeşe devrilip gitmesi ..
Yada binlerce kelimeyi yanyana getirme cabası içinde kendinizi anlatırken , tamamen yanlş anlaşılmak..
Hayat beni ortada bırakmak konusnda gercekten üzerine düşeni yapıyor diye düşünürken
artık bunu sadece bana yapmadığına yuzde bi milyon eminim..
Çok yıprattı , yordu, hırpaladı ama.. o ayrı..
İnsanları çok severdim eskiden..artık o da değişti..
Sarılırken bile endişe duyduğum,yada duymam gerektiğini duyduğum insanları artık sevmiyorum..
Zaten insanları sevseydim,herhangi birini secer aşık olurdum..
artık ondan da vazgectim..
Değiştim..
Öyle sarsıldım ki değişirken hayatımdakiler de kararlarını alıpta nereye oturacaklarını hala kestiremedi...
onlar bunu yaşarken
benim duyduğumsa
İnsanlardan bu kadar kolay vazgecmemem gerektiğiydi..
26.01.2009
Bordo perdeli gezegen
Konuşmana fırsat vermedim çok fazla ..üzgünüm !
Sana yardımcı olamadım ve gunler sonra hiç susmayan benle karşılaştrdım seni..
Sustugum anlarda da bütünümün yavaş yavaş parçalarına ayrılışını izliyordum ben..
Sen konusurken , zedelenen tüm hislerimi senin yorganının altına ittiriyordum ,bana dair olan herseyi dolabında boyumun yetemiyeceği yerlere saklıyordum sen bilmeden..
Kapıyı da üzerime kapadım ..
Bana en yakın duraklardan dönmemek için geriye
en kırıcı güçlükleri koydum önüme..
İçimde bi boşluk ki anlatılmaz.. Herşey kaldı içeride..
Sen yazmazsan eğer ,aşık olduğunu sanan insanlar hep yanlış hayatlar sececek...
Fısıltı halinde bile olsa duymak için yeni haberleri, kulak kesilmedim değil..
Hani orda bi kaç kişisiniz siz ama ,en çok ta sen benim için..senin haberin..
Şimdi burda bambaşka şiirlerle boyamaya calışıyorlar gözlerimi,
Tadı senin yazdıklarına benzemiyor..
Olsaydın ne söylerdin şimdi?
Zoraki suskunlugun daha mı iyi ki..
24.01.2009
Kötü sabahlar
En çok korkulanın basıma geldiğine -bende- ikna olduğumdan beri korkmamak için kendimi yiyip bitirmelerim var benim..Ama inan bana anlatsam hak verirsin..Etrafıma şöyle bir baktığımda
beynimin içinde,ordaki labirentlerde gelmiş geçmiş hep en büyük kazalar,çarpışmalar..
Yaralı kurtulduklarım ve de yaralı bıraktıklarım hatta can cekişenlere gözümü bile kırpmıyormuş gibi yapmalarım;ve belkide hiç kırpmamalarım..
Vazgecmek belki işe yarar ama ,huzururuma imkan vermiyor ki paranoyalarım..
Bu sabah yine yagmur var ve yine soguk hatta kar..
Her gecen gun gibi güzel olması gerekirken kötü olan bi sabahtı bu..
İçimdeki bu kadın önce kendini zehirliyor işte böyle , en cok nereye vuracağını da cok iiyi bliyor..Canımı bile sancıtıyor..
Her gece, yarına bişi kalmıcak diye umut ederken ,senin beni anlamadığını düşündükçe deli olyorum..
Tek kişilik daracık yatakta kıvrılabildiğim kadar kıvrılıyorm,aynı anda içimde de kadıncıklar kıvranıyor..
Ah o kadın şimdi hayallerini eline alıp bir bir kırıyor..
Daha iyi bi fikri olmıyan sabahı kötü ve üzgün yaşıyor..
Biribirimize ait olma yüzdelerimiz bizim sözlerimiz ,cümlelerimiz kadar..
Biz'im için çokk canım sıkılıyor..
23.01.2009
Herşey yolunda anne...
Bugün şarkıların dolduruşuna geldim..Unuttum zamanı, içinde bulunduğum haleti ruhiyeyi ((: bambaşka sehirlere uzattım ellerimi..
İyi hissettim.. Bunun neşesiyle özlediklerimin sesini duydum ,yanımdakilerin varlığına hiç aldırmadan..
'Az uyur , az konusur bol bol da düşünür oldum bi süredir' dedim..ağzımdan cıkan kelimeleri sindirerek dinledi hepsi.. Kimseye farkettirmedim , fiyakalı cümleler kurdum ..
O'na bile farkettirmiyorum ki sürekli izlemsine ragmen.. Benim ne hissettiğimi bilicek kadar içimde değil O.. Görmesin zayıflığımı; hatta neşemi bile görmesin.. Hatta gitsin burdan ,gelmesin ((:
Sürdüm pembe rujumu, an'dayım..
İnsanlık halleri ..ifade edemem herşeyi şimdi..
ama dilim aklıma yetişebilseydi eğer.. belki..
İyi hissettim.. Bunun neşesiyle özlediklerimin sesini duydum ,yanımdakilerin varlığına hiç aldırmadan..
'Az uyur , az konusur bol bol da düşünür oldum bi süredir' dedim..ağzımdan cıkan kelimeleri sindirerek dinledi hepsi.. Kimseye farkettirmedim , fiyakalı cümleler kurdum ..
O'na bile farkettirmiyorum ki sürekli izlemsine ragmen.. Benim ne hissettiğimi bilicek kadar içimde değil O.. Görmesin zayıflığımı; hatta neşemi bile görmesin.. Hatta gitsin burdan ,gelmesin ((:
Sürdüm pembe rujumu, an'dayım..
İnsanlık halleri ..ifade edemem herşeyi şimdi..
ama dilim aklıma yetişebilseydi eğer.. belki..
ÇaY
- Çayınızı nasıl alırsınız?
- Düş manzaralı olsun lütfen
- Çay mı?
- Hayır. Bardağın içindeki…
- Ama ben size çayı nasıl alacağınızı sordum…
- Bir bardak çay getirterek sizi basitleştirmemi mi yoksa bardağın içine bir düş sığdırarak yüceltmemi mi istersiniz?
Bu sözün üstüne gölgeme basmadan uzaklaştı garson masadan. Artık tek başımaydım. Bir bardak dolusu demlenmiş düş gelmeyecekti ama kafası karışmış bir garsonun bardakta düş arayışı masama çaylaşarak gelecekti.
Derken çayım geldi. İnce belli bir İstanbul gecesine doldurmuştu. Belinden zarifçe kavrayıp dudaklarımın şiirin tan vaktindeki şahvetine bıraktım sıcak bardağı.
- Beğendiniz mi efendim
- İnce beli mi?
- Hayır efendim çayı.
- İnce bir belden içilen zehir olsa beğenilir.
Yine gözlerimin içine kendisine tuhaflaşarak baktı garson. Pencereyi açtım. Kent henüz açılmamıştı. İstanbul'un kepenkleri kapalıydı. Anlaşılan işi çıkmıştı dükkan sahibinin. Pencereyi açık bırakıp kepenklere baktım bir süre. Hayli eskimişti. Dükkanın kapısının önünde günlük yağmurlar,sisler ve gün doğumları bırakılmıştı.Kim bilir ne kadar tazedir şuan o yağmayı bekleyen yağmur.
Garsona doğru döndüm sonra:
- Pardon müziğin sesini kısabilir misiniz biraz?
- Efendim müzik çalmıyor ki şuan.
- Dün gece çaldığınız müzik hâlâ yankılanıyor demek. O zaman dünün sesini kısabilir misiniz?
- Efendim dünün olması da mümkün değil. Biz dünleri sabah erkenden paketleyip bayiye bırakıyoruz.
- O zaman yarın çalacağınız müzik beni şimdiden rahatsız etti. Lütfen yarın kısın sesini...
Sonra kapı açıldı. İçeri sapsarı saçlı ve gözlerinde bir peygambere inmesi beklenen vahiyin kutsanmışlığıyla bir bayan girdi. Acaba hangi mitolojik Tanrı'nın ellerinden dökülen bir şiirdi bu bayan? Etekleri denizdendi. Masmaviydi...Teniyse kristallerden yansıyan renklerdendi.Hemen karşı masama oturdu. Kahvesini istedi. Ama fincanda değil. Yakamozun içine doldurmalarını istedi.
Konuşmalıydım bu bayanla. Ve başımı ona doğru çevirip;
- Deniziniz çok güzelmiş hanımefendi
- Kendim diktim. Teşekkür ederim.
- Terzi misiniz acaba?
- Hayır. Ben maviyim.
- Memnun oldum. Ben de sessizlik
- Bir sessizliğe göre fazla konuşkansınız.
- Susmaya değecek birşeyler elbet bulur insan. Ama konuşmaya değecek güzellik her zaman bulunmuyor.
Gülümsediğini gördüm...Mavi gülümsüyordu. Bu gerçekten çok güzeldi. Pencereden yeniden baktım. İstanbul henüz açılmamıştı. Patron hayli gecikmişti. Sonra Mavi hanımın sesini duydum. Masama oturmak istiyormuş. Ve karşıma oturdu.
- Dükkanın açılmasını mı bekliyorsunuz?
- Evet. Ya siz?
- Ben de. Ama geç kaldı. Hiç böyle yapmazdı.
- Gerçekten de öyle. Kaç asırdır buradayım ilk defa böyle yapıyor.
- Hayli uzun bir yoldan gelmeme rağmen erken geldim. Ama patron yok hâlâ.
- Nerden geliyorsunuz?
- Masmavi bir gözden...Ya siz?
- Şuan bu öyküyü okuyan bir bayanın yüreğinden.
- Yolunuz gerçekten uzakmış.
- Evet çok uzak...
Derken garson geldi.
- Kahvenizi nasıl alırsınız beyefendi?
- Bol aşklı olsun lütfen.
- Kahveniz mi?
- Hayır mavi'm...
- Ama kahve mavi olmaz ki...
- O zaman aşk mavi olsun..
Garson sözcüklerime basmadan masadan ayrıldı. Kimbilir aklından neler geçiyordu. Mavi hanımın sesi kıyılarıma vurdu birden:
- Anlaşılan bugün açılmayacak İstanbul
- Sanırım evet.
- İsterseniz bugün istanbul gürültülü ve mavisiz olsun...
- Ben olmayınca İstanbul gürültülü mü olur sanıyorsunuz?
- Olmaz mı?
- Geldiğim yüreğin aşk şarkısından ben sessizliğimi bile duymuyorum. Aslında ben sessizlik değilim. O yüreğin sesindeki aşkım. İstanbul ne zaman sussa. Anlayın ki aşk dile geldi...
- Sustunuz?
- ...
alntı
Aklımın içinde üç santimlik bi yarık,uykularım sekteli, kabuslarım uyanıp 5e kadar saysamda baştan alıyor gibi..
Hayat bile sürekli başa sarıyor beni, hangi cümleler anlatır ki benim halimi şimdi? hangi ülkenin topraklarını eşelemem gerekiyor , doğru kelimeleri bulmak için?
Beni istediği kadar yorup, hırpalıyabilmesi için mühlet verdim zihnime ..Belki sonunda sarılırım , koklarım ,duyarım ,görürüm bende..
Yazıyorum ,yazdıkça rahatlıyorum..Burda hayat böyle ,değişiklik yok ;hayat standart ve rollerine keskince bürünen suretler her dakika seviştiriyor kelimeleri..
Ömür kimsenin tekelinde değil, bu şehirler ve insanlar bir ben daha getiremeyecekler ki..
Çok derindi ,tüm bunların dibi çok dipti ve tüm bunların derini çok dipteydi ...
Uzunca bir kaçışın sonrasnda yine yazıyorum ben ve hala bi cümle bile bulamadım beni tanımlayan ..
YamalıdüşünceleR
Hiç istemeden giyindim, çıktım..Ellerimi ve yüzümü uyuşturan bi soğuk var..Ayaklarım ,beni gitmem gereken yollardan götürmeye hiç hevesli değil.. Flört ediyor bacaklarım resmen ,sürüklüyorlar beni onun yollarının uzaklarına..
Hoşuma gidyor ,kısacık bi an eğleniyorm bile.. Sonra bi camekanda kendimi görüyorum. .Saclarım açık..Çok uzadı buraya geldğimden beri.. Islak hava nemlendirmiş.. Ellermle düzeltiyorum.. Biraz yaklaşıp dudağımın kenarına taştığını farkettiğim ruju ani bi hareketle ,parmağımla siliyorum.._ { Bunu niye yapıyorum ? Çok mu önemli ona nasıl görünndüğüm?}
Kafamı iki yana sinirle sallayıp ,daha sert basıyorum kaldırıma.. Yürüyorum; saatler gecmesin ve o gelmesin istiyorum.. Vakit geciriyorum yollarda.. Ama zaman öyle cabuk akıyor ki, hava kararmaya basladı, insanlar sokaklarda,koşturuyor..
Yaklaşıyorum.. Heyecan deil bu içimdeki..
_ { Çok lanet bi his..}
Geri dönüp koşma istegi bu ..evet evet.. bunun isteği ve bunu yapamamanın verdiği gerginlik.. İşte buralarda bi yerde..
_ { Onu özlemedim ki.. Neden görmek zorunda oldugum kişi o ? }
Geliyor.. Bu anı yasamak istemiyorum.. Titrek ellerim,çarpıntılı yüreğim can cekişiyo resmen..
_ { Gözlerimi kapasam ve gelen o olmasa.. }
Yaklaştı iiyice..Suclamak istiyorum onu ,omzundan ittirmek ve istemiyorum ki demek..
Hepsini saniyelerde dşünüyorum.. Olması grektiği gibi olmalı diyorum hemen arkasından ..
_ { Mimiklerimde deişiyor mu ki ?}
Samimiyetsiz bi gülümsemeyi yuzumun bas köşesine yerleştiriyorum ..Adımlar kaldı.. Benimse aklımdan gecenler yamalı ,kırık dökük..Bilmiyor mu? hepsini biliyor.. ama..
Ağlama makamındayım ,dokunmasın bana..
dipnot:müzik ironik
Hoşuma gidyor ,kısacık bi an eğleniyorm bile.. Sonra bi camekanda kendimi görüyorum. .Saclarım açık..Çok uzadı buraya geldğimden beri.. Islak hava nemlendirmiş.. Ellermle düzeltiyorum.. Biraz yaklaşıp dudağımın kenarına taştığını farkettiğim ruju ani bi hareketle ,parmağımla siliyorum.._ { Bunu niye yapıyorum ? Çok mu önemli ona nasıl görünndüğüm?}
Kafamı iki yana sinirle sallayıp ,daha sert basıyorum kaldırıma.. Yürüyorum; saatler gecmesin ve o gelmesin istiyorum.. Vakit geciriyorum yollarda.. Ama zaman öyle cabuk akıyor ki, hava kararmaya basladı, insanlar sokaklarda,koşturuyor..
Yaklaşıyorum.. Heyecan deil bu içimdeki..
_ { Çok lanet bi his..}
Geri dönüp koşma istegi bu ..evet evet.. bunun isteği ve bunu yapamamanın verdiği gerginlik.. İşte buralarda bi yerde..
_ { Onu özlemedim ki.. Neden görmek zorunda oldugum kişi o ? }
Geliyor.. Bu anı yasamak istemiyorum.. Titrek ellerim,çarpıntılı yüreğim can cekişiyo resmen..
_ { Gözlerimi kapasam ve gelen o olmasa.. }
Yaklaştı iiyice..Suclamak istiyorum onu ,omzundan ittirmek ve istemiyorum ki demek..
Hepsini saniyelerde dşünüyorum.. Olması grektiği gibi olmalı diyorum hemen arkasından ..
_ { Mimiklerimde deişiyor mu ki ?}
Samimiyetsiz bi gülümsemeyi yuzumun bas köşesine yerleştiriyorum ..Adımlar kaldı.. Benimse aklımdan gecenler yamalı ,kırık dökük..Bilmiyor mu? hepsini biliyor.. ama..
Ağlama makamındayım ,dokunmasın bana..
dipnot:müzik ironik
22.01.2009
Sakinim ben ama belli ki zorlanıyorum!
Sorduğu soruların hiç duyulmadığını anımsıyordu şimdi..
Umutla fakat yorgun argın çıktığı yolun yarısına bile gelememişti ama ıslak kaldırım taşlarına buldu kendini..
Birçok şey olmuştu , hem yavaş yavaş hem de birden bire bütün hayatı alt üst olmuştu..Oysa ki herseyi yerli yerinde yaşamak en sevdiğiydi..
Dolabı düzenli,eşyaları da hep yerli yerinde olmalı, santim kaymamalıydı..
Şimdi arkasında bıraktığı ve hiç sevmediği şeylerin esiriydi..
Kendi içinde bile boğulmak üzereydi.. Ağlayamıyordu..Kesik kesik hıçkırık seslerinden ve peşisıra akan gözyaşlarından ibaretti onun ağlaması..
Herşey öylesine aniydi ki ..Anlamamıştı hiçbirşeyi..Somutluğun mesafesi onu urkutuyordu ama
hiç düşünmediği olmuştu..Nasılda görememiş ,anlayamamıştı soyut olan herseyin derinliğini..Dipsizliğini..
Nasıl da böyle saftı.. nasıl da farketmemişti ,böyle kuru hayaller kurmuştu ve tutundugu tek şeyin bu olmasına nasılda izin vermişti ...?
Şimdi şimdi anlıyordu herseyi..ama zedelenen hiçbir hücresi eski haline gelemiyordu..
Bütün gün aynı sorularla ,düşüncelerle , gitgellerle nefes aldı..nefes aldı ve verdii..Her uyandıgında Canı eskisinden daha az yanıyordu..
Yeni bi hayata sahip olacagını farkettğinde tüm kırgınlıklarınn ve özlemlerinin arasnda gözle görülmesi imkansız olan bi tebessüm belirdiğini hissetti.. Ama bunu ondan baska hiç kmse farkedemezdi..
Alınmayın üstünüzze ..
iç cep
Ağzımızdan çıktığı andan itibaren ,havada asılı kalan onca kelimenin her yöne gidebilirliğinden ürkerek geçirdik onca zamanı..
Hiç söylenmeyen ve çoktandır söylenmemiş sözleri çıkarsan da sen iç cebinden ;artık duyamam ki..sen tek teeek gün ışığına çıkar onları ve yak hepsini aklında.. Soyuttaan en somuta doğru yol al şimdi sen usulca ..
Hiç söylenmeyen ve çoktandır söylenmemiş sözleri çıkarsan da sen iç cebinden ;artık duyamam ki..sen tek teeek gün ışığına çıkar onları ve yak hepsini aklında.. Soyuttaan en somuta doğru yol al şimdi sen usulca ..
20.01.2009
Düş kırıklığı
Uzun zaman gecincee anladım, günler gectikçe içimde büyüyen bu evrenin yanında , dışımda ve çok uzağımda kalan bu hayatın ne kadar da ufak kaldığını..
ve içimde bambaşka birinin keyfini yaşıyorum sanki,duyuyorum, konuşuyorum ,hissetmeye çalışıyorum yasanan herseyi ve yasanacakları..
Bunların hepsini unutup , geride bırakmaya niyetim var da gücüm yok sanki..
Hiçbişeye şaşırmamalı, kimseye kızmamalı şimdi..
Aldım kalemimi elime yazdım tüm kahramanlarımı, kimisi çok yakındı yeterince yazamıyordum, kimisi sıkıldı sorumluluğundan..oysa ki ateşti benim yüreğim, biraz dha yaklşsam yakardım biliyorum..yalvardım yakardım ama anlatamadım ..yandım..
вiя αlo ağяıѕı..
senden gelen mektuplara dokunup;okurken ellerim sen kokuyor sanki ,..
senden gelen sarkıları dinledgimde de onları senin söledigin anlar kulaklarımda hep..sesin..bu sıralar yasaklanan,duymadıgım sesin..elim gidiyor telefona sürekli..ekrana,adının yazdıgı yere koyuyorm parmaklarımı..hareketsizlklerinden parmaklarım ağrıyor,ağrı kalbime sıçrıyor..
senin dısındaa kim aranabilir ki o an..?
19.01.2009
Öpücük Balığı
İşe telefon açıp, “gelirken buğday al” dedi. “Naapıcan buğdayı kızım” diye sormadım.. Söylemezdi ki.. Dünyanın en sevimli delisiydi.. O öyle biriydi işte. Küçücük giz dolu oyunlar başlatırdı. Ne buğdayı, naapıcak acaba, nereden alıcam ben şimdi..
Merak etmeye başladığım anda kendimi çoktan oyunun içinde bulurdum.. Evet, oyun başlamıştı. Savaş’a “Buğday almam lazım, nerde satılır” diye sordum..
-Haa?
-Buğday
-Eee, nolucak buğday?
-Hiç.. Tavuk buldum da bi tane.. Buğday veriyim diyorum..
-Sittir lan..
Ciddi miyim diye gözlerime baktı.. ben de çok ciddi baktım..
-Gültepe’de bir civcivci var ama.. Buğday satar mı bilmem.. Daha çok suni yem olur onlarda..
-Yok, suni yem olmaz, buğday lazım.. Yumurtanın sarısı doğal renginde olmuyo o suni şeylerle.. Pis bi rengi oluyo.. En iyisi buğday..
-Ha bi de yumurtluyo.. Harbi tavuk yani, ciddi bi tavuk kimliğine sahip.. Bir ara ben de besledim.. Spenç tavuğu diyorlar.. Tam yumurta tavuğuydu.. Bazıları et tavuğu oluyor ya, pek yumurtlamaz onlar.. Bak ne diycem, esas darı sever hayvan.. Çift sarı çıkarır.. Darı al sen ona..
Oyun böyle bir şeydi işte.. O başlatırdı.. Hayatınıza aniden buğday, darı, tavuk, yumurta ve size “yedi kafayı” diye bakan bir sürü insan girerdi.. Komik, sürükleyen, ama paylaşılan giz nedeniyle bir o kadar da heyecanlı bir oyun..
Büroda durduk yere başlattığım tavuk geyiğine daha fazla dayanamadığımdan, buğday bulmak üzere çıktım. Buğday.. Noolcak acaba.. Kuruyemişçilerde var mıdır?
-Keşkeklik mi? Aşureye falan mı katçaanız?
-Ne?
-Buğday sormadın mı?
-Ha evet, olabilir..
-Sonunu dün sattım..Yok..
Hıyar kuruyemişçi! Lan madem yok, niye aşure mi keşkek mi car car ediyorsun.. sana ne.. Bu millet de bi tuhaf ha.. Buğday var mı, var.. Ya da yok. Bitti, bu kadar.. Sana ne ne olacağından. Az kaldı özel hayatıma giriyordu herif.. Hem bir tarım ülkesinde buğday bulmak bu kadar zor mu olur kardeşim.. Sinirleniyorum ama.. Hani lan bu ülke bir tahıl ambarıydı.. Adam başı buğday olması lazım.. Kendi kendime gülüyorum.. Biliyorum, o da gülecek.. Gülücez.. Öpücem sonra.. Sonra, sonra.. Noolcaksa o buğdaylar..
Mısırçarşısı’na gidiyorum, oradaki baharatçılarda kesin vardır.. bu arada, kendimi gerçekten tavuk gibi hissetmeye başladım.. Buğday arayan acıkmış bir tavuk.. Bık bık bık. Bıdaaak.. Aslında içimde garip bir mutluluk var. Her şeyi birden unutup bir avuç buğday için İstanbul’u dolaşıyor olmak içten içe hoşuma gidiyor. Onu bu yüzden seviyorum galiba. Bana da sıçrayan bir tılsımı var.. Her şey bombok giderken, nooluyosa bir şey oluyor.. Onun yarattığı illüzyona dalıp oyun oynuyorum.. Çocukmuşuz biz.. O, mısır saçlı, habire sümüğünü çeken afacan bir kız, ben dizleri yara içinde haşarı bi velet.. Dünyanın zillerini çalıp, vınnn kaçıyoruz.
Şimdi ne kadar alıcam ki ben buğdaydan.. Bir kilo yeter mi acaba? Evde tarım yapıcak diil ya, yeter herhalde.. Anlarmış gibi buğdayları karıştırırken yakaladım kendimi, iyisini seçicem sanki.. Neyse, aldık işte.. Bir kilo buğdayımız oldu. Yanında bir tane de ufak rakı. Manyağım lan ben.. Bariz manyağım..
“Geldi mi buğday” diye sordu. Gözleri ışık ışık.. Meraktan çatlıyorum ama, belli etmeden “ıhı” diye torbayı uzattım. Cadı! Aldı torbayı masanın üstüne koydu. Ne olacak şimdi bu buğday? Sormayacağım ama.. ”Naaptın” dedi.. Elinin körü.. Saatlerdir buğday arıyoruz herhalde.. “Toprak mahsülleri ofisine gittim canım. Taban fiyattan destekleme alımı yaptım..” Gülüyor. Her şey o gülsün diye zaten.. Bence onun kadar güzel gülebilen yoktur. Ama bu gerçek yani. Çok gülen insan gördüm ben. İşim gereği. Hakkaten bakın, ben bu konuda otorite sayılırım. Ben sizinle geyik çevirirken o kayboldu. Birazdan, elinde bembeyaz bir güvercin. “Bak şimdi “dedi; “Bu senin dilek güvercinin.. Ona avucundan buğday yedireceksin, sonra gagasından öpeceksin ve bir dilek tutup gökyüzüne bırakacaksın.”
Dedim ya, tılsımı var onun. Aniden güvercin de çıkarır, tutup yaşamınızı bi saniyede masala çevirir.. Bitmesin istersiniz.. “Bitmesin” diye dilek tutup güvercini gagasından öptüm. Balkona çıktık sonra. Pıt pıt kanat sesi.. Pıt pıt iki çocuğun yüreği.. Balkona yıldız tozları mı yağdı? Çok mu güldük.. peki çok gülmek iyi midir gerçekten.. Ağlar mı sonra insan.. Babaannem Deli Fadime’nin dediği gibi “Dünyanın düz murâdı yok” mu.. “Çok muhabbet tez ayrılık“mı peki.. Noolur “öyle diilmiş” olsun. Noolur bitmesin.. Pıt pıt.. Yüreğim.. Gece.. Yemin ederim, yıldız tozu yağıyor..
Ertesi sabah Kadriye oldu.. Espiri olsun diye bahar temizliğine girişti. Kadriye.. Onun masal kahramanlarından biri. Söylediğim gibi, yaşam bir oyun onun için. Gerçekle dalga geçer hep, sevmez sanki.. İlk Kadriye olduğunda yeni tanışmıştık.. yine işe telefon edip yufka ve çökelek istemişti. Buğday gibi değil, onları daha kolay buldum ve eve gittim. Kapıyı çaldığımda yeri siliyordu. “Ayağını çıkar kocacım” dedi, “yeni sildim”. Çok güldüm. Yufkayla çökelekten “yanmaz tavada sana böreği” yaptı, yedik. Sonra eline bir tığ alıp dantel örüyormuş gibi yapmaya başladı. “Delirdi” diye baktım. Saçlarına bigudi tuttururken “Naapıyosun yaa” diye sordum. “Nooluyo kızım”.. Garfield gibi gözlerime baktı. “Yarın eltimgil gelecek” dedi. Sonra güldü. Nasıl güldüğünü biliyorsunuz. O gün bana “annesi gibi” olmuştu. Ya da benim annem gibi. Oynuyordu. Başka bir şey. Herkesin “gerçek” diye bildiği şey, onun için sonuna kadar sahte ve saçmaydı. Komikti ama, ürkütücüydü. Yani hep oynanamazdı ki.. Eninde sonunda hayat “bööle bişeydi” işte.Yoksa değil miydi.. O Kadriye olup “çekirdek aileyle” dalga geçmeye başlayınca ben de rolümü aldım. “Fehmi” diye bir herif oluyordum. Çizgili pijamamı ayağıma geçirdiğim gibi biraları içip televizyon karşısında pıt pıt zapping yapıyordum. Gülüyorduk sonra. Kadriye ve Fehmi çekirdek rolünden çıkıp biz oluyorduk. Pıt pıt, iki çocuk yüreği..
Onun masal kahramanları bir tane değildi ki.. Bazen Müge ile Furkan olurduk. Aslında onlar bizim arkadaşımızdı. Ama o, onların ilişkisini sahte ve anlamsız bulurdu. “Kola alır gibi işte, birbirlerini ve herşeyi tüketiyorlar.” Müge olduğu zaman “Eskeyp’e gidelim mi, Trafo’ya zıplayalım mı diye sorardı. Ama asla gitmezdik. Onun dünyasından çıkamazdım. Ben çıkmak ister miydim peki? O zamanlar bu soruyu kendime hiç sormadım. O, “dışarıdakiler”i öyle iyi biliyor ve anlatıyordu ki, ara sıra “dışarı kaçtığımda” bile onunla oyun oynuyormuşuz, o bana “gerçeğin masalını anlatıyormuş” gibi olurdum..
Ha bir de, en önemlisi “öpücük balığı” vardı.. Onun en yalın ve samimi hali. “Ben öpücük balığıymışım” deyip yanağıma bin tane masum öpücük konduruyor, dakikalarca pıt pıt pıt öpüyordu. Öpücük balığı, öpücük balığı, pıt pıt pıt..
Masallar biter mi, biter işte. Arasına reklam girecektir, güzellik maskesi takılacaktır, savaş vardır, birileri öldürülecektir, birini kör bırakacaksınızdır, birinin yüreğini söküp atacaksınızdır.. Zehirlenecek denizler, ağlatılacak çocuklar.. İşiniz vardır yani, öyle önemli, öyle vazgeçilmezdir ki..
Bir gün bana “gitme” dedi.. Ama hep öyle derdi.. “Yelkovan dokuzun üstüne gelinceye dek.. Bu şarkıdan iki şarkı sonra..” Hiçbir keresinde bırakmazdı beni. İyi, tamam, oynadık, bitti. Dönüşte yine oynarız.. Dinlemezdi.. ”Bak şimdi bu çerez tabağını dökücez; leblebiler saatmiş, üzümler dakika, fındıklar günmüş ama.. Sayalım, o kadar sonra git..” Pazarlık ederdim. “Fındık gün diilmiş, leblebi saat.. ona tamam.” “Peki” derdi. Sonra aniden nereden bulduğunu bilmediğim tek şamfıstığını çıkarıp “peki bu yılmış, yıl olsun“ derdi. “Yüzyılmış tamam mı, ölüm gelinceye kadarmış..”
Üzümleri, leblebileri falan sayardık sonra. Tek şamfıstık, o yüzyıldı.. O ölümün geldiği zamandı. Onu pek tartışmazdık. Onu açar, yarısını yer, yarısını bana yedirirdi. Sonra, sonra o öpücük balığı ve ayrılık..
“Ben gidiyim” dedim.. Sesi boğuktu.. ”Gitme” dedi.. Ama söyledim. Hep öyle derdi.. Giderdim sonra. Döndüğümde oradaydı, bilirdim. Yine “gitme” derdi..
“Gitme” dedi.. Gözlerinde yaş tomurcukları, birazdan duracak dünyalar, sanki hepimiz ölücez. “Bu kez gitme”..
Gitmesem olur sanki.. “Ama bunun sonu yok ki” dedim.. “Yok işte salak “dedi.. ”Hep sonunu istiyorsun. Sonu, bittiği yer, tükendiğim zaman.. Yerine yenisini tüketmeye başlayacağın zaman.. Bu kez gitme işte.. Gitme..”
Karşısında bir çocuk gibi duruyorum.. İçimden bir çocuk o duvarı tırmanıp aşmaya çalışıyor ama olmuyor.. Birileri yıllarca ördü o duvarı.. Annem koydu bir tuğla, sonra babam.. Dayım, öğretmenim, komutanım, patronum, radyom, televizyonum.. Gidicem ben, işim var işim.. Çıkıp sokak kedilerini tekmeliycem, yalan söyliycem, rakı içicem.. Hasan’a borcum var.. Tarık’la sözleştik, kaçıcaz hafta sonu, karı bulmuş.. İlknur iş arıyo sonra.. Resmen iş istiyo işte, aramıştır.. Onun yeri ayrı ama İlknur da fena değil şimdi.. İşim var.. İşim..
“Gidiyim ben” dedim.. Bu kez gözleriyle “Gitme” dedi.. Ben de ona “gözlerim sana mı kaldı” gibisinden baktım.. Tek mi sana kısmet olacak sanıyorsun benim “çivileyen bakışlarım”.. İşi var gözlerimin. Kritik pozisyonlara bakıcam, topa konsantre olucam, Top Secret’ı izliycem, günlük kuru yakından takip edicem.. İlknur’un kalçalarına bakıcam.. MTV’nin klipleri, savaşlar, siyah-beyaz yerli filmler.. İşi var gözlerimin..
Sonra yıldırımlar çaktı.. Hiç susmadım.. “Hayat masal mıydı yani?.. Dışarıda millet birbirinin gözünü oyarken, biz burada yanak yanağa.. Noolcaktı yani.. Leblebiden saat olur mu.. “Vakit” denen nanenin ne demeye geldiğini herkes biliyor artık.. İyi.. Pıt pıt pıt öpüşelim, sen beni seviyormuşsun, ben seni çok.. Ee, Anangil “Oturma odası takımını erkek tarafı alsın” dediğinde ne bok yiyecez peki? Öpücük balığını mı satacağız..” Nefes nefese sustum..
“Dışarıdakiler” dedi.. “Dışarıdakiler, bunu beceremez işte.. Öpücük balığını kimse alıp satamaz.. Sen bile.. Diyelim ki öyküsünü yazdın, beş para etmez..”
***
Bir varmıştı, şimdi bir yokmuş..
Nevizade Sokağı’ndayız, yol boyu meyhane.. Masanın altından İlknur’un elini tutuyorum.. Dördüncü kadehten sonra sayamaz oldum rakıları. Bir çingene, yanındaki masaya keman çalıp haykırıyor “Dönülmeyyz akşamıyyn ufuğuğun daiiz, vakiyyt çook geyç artık..” Elini darbukaya röntgen filminde her patlattığında gözümün önünde bi dudağı gökte bi dudağı yerde masal devleri görüyorum.. Gümm! Dev.. Güm! Lamba cini.. Güm! Haramiler..
Kocaman bir davulun üstünde küçük bir şey kırıntıları dökmüşler gibi, belki öpücük balığının yemleri onlar.. Hani onun en yalın ve sevimli hali gibi.. Gümm!.. Zıplıyor hepsi, gümm zıplıyor her şey.. İlknur’un göğüsleri kliplerdeki gibi havalanıp zıplıyor.. Uçuşup tekrar yerine düşüyor, tabaklar, yıldızlar, sigaram.. Canım yanıyor.. Sonra pıt pıt pıt.. darbukaya üç parmak darbesi vuruyor çingene.. Masalların sonunda gökten teklifsizce düşen üç elma bunlar.. Ben görüyorum, İlknur görmüyor, kimse görmüyor..
Müzik bitti.. İlknur bir şeye gülüyor.. Masanın yanı başında, tuhaf, simsiyah gözlüklü, başı sımsıkı bağlı bir kadın var.. O hep var Nevizade sokağında.. Elinde kocaman bir çerez kavanozu, sormadan, avucundaki çay bardağını kavanoza daldırıp, bardak dolusu kuruyemişi masamıza boşaltıyor.. cebimden para bulup kadına uzatıyorum.. Aklımda zamanın en acı tadı.. ”Peki kaç leblebi var bunun içinde teyze” diye soruyorum.. Kadının suratını yıllar bıçaklamış, sesinde hırıl hırıl alaycı bir öfke; “Manyak mısın sen koçum?” diyor.. İlknur gülüyor, benim gözüme üç elma kaçtı, masalların kötü kalpli cadısı avucumdaki parayı yolarcasına kapıp yan masaya seğirtiyor..
Az önce bir masal bitti, kimse bilmiyor.. Öpücük balığı bir iskelede, güneş altında çırpınıyor.. İlknur’un gözlerinin işi var, benim yüreğim kovulmayı çoktan hak etmiş, boşta gezer.. Uzaklarda bir çocuk, uyuyakalmış ninesini sarsıp “Bana masal anlat” diye ağlıyor..
Diyelim ki öyküsünü yazdım, beş para etmiyor..
ATİLLA ATALAY
-Yok, suni yem olmaz, buğday lazım.. Yumurtanın sarısı doğal renginde olmuyo o suni şeylerle.. Pis bi rengi oluyo.. En iyisi buğday..
-Ha bi de yumurtluyo.. Harbi tavuk yani, ciddi bi tavuk kimliğine sahip.. Bir ara ben de besledim.. Spenç tavuğu diyorlar.. Tam yumurta tavuğuydu.. Bazıları et tavuğu oluyor ya, pek yumurtlamaz onlar.. Bak ne diycem, esas darı sever hayvan.. Çift sarı çıkarır.. Darı al sen ona..
Oyun böyle bir şeydi işte.. O başlatırdı.. Hayatınıza aniden buğday, darı, tavuk, yumurta ve size “yedi kafayı” diye bakan bir sürü insan girerdi.. Komik, sürükleyen, ama paylaşılan giz nedeniyle bir o kadar da heyecanlı bir oyun..
Büroda durduk yere başlattığım tavuk geyiğine daha fazla dayanamadığımdan, buğday bulmak üzere çıktım. Buğday.. Noolcak acaba.. Kuruyemişçilerde var mıdır?
-Keşkeklik mi? Aşureye falan mı katçaanız?
-Ne?
-Buğday sormadın mı?
-Ha evet, olabilir..
-Sonunu dün sattım..Yok..
Hıyar kuruyemişçi! Lan madem yok, niye aşure mi keşkek mi car car ediyorsun.. sana ne.. Bu millet de bi tuhaf ha.. Buğday var mı, var.. Ya da yok. Bitti, bu kadar.. Sana ne ne olacağından. Az kaldı özel hayatıma giriyordu herif.. Hem bir tarım ülkesinde buğday bulmak bu kadar zor mu olur kardeşim.. Sinirleniyorum ama.. Hani lan bu ülke bir tahıl ambarıydı.. Adam başı buğday olması lazım.. Kendi kendime gülüyorum.. Biliyorum, o da gülecek.. Gülücez.. Öpücem sonra.. Sonra, sonra.. Noolcaksa o buğdaylar..
Mısırçarşısı’na gidiyorum, oradaki baharatçılarda kesin vardır.. bu arada, kendimi gerçekten tavuk gibi hissetmeye başladım.. Buğday arayan acıkmış bir tavuk.. Bık bık bık. Bıdaaak.. Aslında içimde garip bir mutluluk var. Her şeyi birden unutup bir avuç buğday için İstanbul’u dolaşıyor olmak içten içe hoşuma gidiyor. Onu bu yüzden seviyorum galiba. Bana da sıçrayan bir tılsımı var.. Her şey bombok giderken, nooluyosa bir şey oluyor.. Onun yarattığı illüzyona dalıp oyun oynuyorum.. Çocukmuşuz biz.. O, mısır saçlı, habire sümüğünü çeken afacan bir kız, ben dizleri yara içinde haşarı bi velet.. Dünyanın zillerini çalıp, vınnn kaçıyoruz.
Şimdi ne kadar alıcam ki ben buğdaydan.. Bir kilo yeter mi acaba? Evde tarım yapıcak diil ya, yeter herhalde.. Anlarmış gibi buğdayları karıştırırken yakaladım kendimi, iyisini seçicem sanki.. Neyse, aldık işte.. Bir kilo buğdayımız oldu. Yanında bir tane de ufak rakı. Manyağım lan ben.. Bariz manyağım..
“Geldi mi buğday” diye sordu. Gözleri ışık ışık.. Meraktan çatlıyorum ama, belli etmeden “ıhı” diye torbayı uzattım. Cadı! Aldı torbayı masanın üstüne koydu. Ne olacak şimdi bu buğday? Sormayacağım ama.. ”Naaptın” dedi.. Elinin körü.. Saatlerdir buğday arıyoruz herhalde.. “Toprak mahsülleri ofisine gittim canım. Taban fiyattan destekleme alımı yaptım..” Gülüyor. Her şey o gülsün diye zaten.. Bence onun kadar güzel gülebilen yoktur. Ama bu gerçek yani. Çok gülen insan gördüm ben. İşim gereği. Hakkaten bakın, ben bu konuda otorite sayılırım. Ben sizinle geyik çevirirken o kayboldu. Birazdan, elinde bembeyaz bir güvercin. “Bak şimdi “dedi; “Bu senin dilek güvercinin.. Ona avucundan buğday yedireceksin, sonra gagasından öpeceksin ve bir dilek tutup gökyüzüne bırakacaksın.”
Dedim ya, tılsımı var onun. Aniden güvercin de çıkarır, tutup yaşamınızı bi saniyede masala çevirir.. Bitmesin istersiniz.. “Bitmesin” diye dilek tutup güvercini gagasından öptüm. Balkona çıktık sonra. Pıt pıt kanat sesi.. Pıt pıt iki çocuğun yüreği.. Balkona yıldız tozları mı yağdı? Çok mu güldük.. peki çok gülmek iyi midir gerçekten.. Ağlar mı sonra insan.. Babaannem Deli Fadime’nin dediği gibi “Dünyanın düz murâdı yok” mu.. “Çok muhabbet tez ayrılık“mı peki.. Noolur “öyle diilmiş” olsun. Noolur bitmesin.. Pıt pıt.. Yüreğim.. Gece.. Yemin ederim, yıldız tozu yağıyor..
Ertesi sabah Kadriye oldu.. Espiri olsun diye bahar temizliğine girişti. Kadriye.. Onun masal kahramanlarından biri. Söylediğim gibi, yaşam bir oyun onun için. Gerçekle dalga geçer hep, sevmez sanki.. İlk Kadriye olduğunda yeni tanışmıştık.. yine işe telefon edip yufka ve çökelek istemişti. Buğday gibi değil, onları daha kolay buldum ve eve gittim. Kapıyı çaldığımda yeri siliyordu. “Ayağını çıkar kocacım” dedi, “yeni sildim”. Çok güldüm. Yufkayla çökelekten “yanmaz tavada sana böreği” yaptı, yedik. Sonra eline bir tığ alıp dantel örüyormuş gibi yapmaya başladı. “Delirdi” diye baktım. Saçlarına bigudi tuttururken “Naapıyosun yaa” diye sordum. “Nooluyo kızım”.. Garfield gibi gözlerime baktı. “Yarın eltimgil gelecek” dedi. Sonra güldü. Nasıl güldüğünü biliyorsunuz. O gün bana “annesi gibi” olmuştu. Ya da benim annem gibi. Oynuyordu. Başka bir şey. Herkesin “gerçek” diye bildiği şey, onun için sonuna kadar sahte ve saçmaydı. Komikti ama, ürkütücüydü. Yani hep oynanamazdı ki.. Eninde sonunda hayat “bööle bişeydi” işte.Yoksa değil miydi.. O Kadriye olup “çekirdek aileyle” dalga geçmeye başlayınca ben de rolümü aldım. “Fehmi” diye bir herif oluyordum. Çizgili pijamamı ayağıma geçirdiğim gibi biraları içip televizyon karşısında pıt pıt zapping yapıyordum. Gülüyorduk sonra. Kadriye ve Fehmi çekirdek rolünden çıkıp biz oluyorduk. Pıt pıt, iki çocuk yüreği..
Onun masal kahramanları bir tane değildi ki.. Bazen Müge ile Furkan olurduk. Aslında onlar bizim arkadaşımızdı. Ama o, onların ilişkisini sahte ve anlamsız bulurdu. “Kola alır gibi işte, birbirlerini ve herşeyi tüketiyorlar.” Müge olduğu zaman “Eskeyp’e gidelim mi, Trafo’ya zıplayalım mı diye sorardı. Ama asla gitmezdik. Onun dünyasından çıkamazdım. Ben çıkmak ister miydim peki? O zamanlar bu soruyu kendime hiç sormadım. O, “dışarıdakiler”i öyle iyi biliyor ve anlatıyordu ki, ara sıra “dışarı kaçtığımda” bile onunla oyun oynuyormuşuz, o bana “gerçeğin masalını anlatıyormuş” gibi olurdum..
Ha bir de, en önemlisi “öpücük balığı” vardı.. Onun en yalın ve samimi hali. “Ben öpücük balığıymışım” deyip yanağıma bin tane masum öpücük konduruyor, dakikalarca pıt pıt pıt öpüyordu. Öpücük balığı, öpücük balığı, pıt pıt pıt..
Masallar biter mi, biter işte. Arasına reklam girecektir, güzellik maskesi takılacaktır, savaş vardır, birileri öldürülecektir, birini kör bırakacaksınızdır, birinin yüreğini söküp atacaksınızdır.. Zehirlenecek denizler, ağlatılacak çocuklar.. İşiniz vardır yani, öyle önemli, öyle vazgeçilmezdir ki..
Bir gün bana “gitme” dedi.. Ama hep öyle derdi.. “Yelkovan dokuzun üstüne gelinceye dek.. Bu şarkıdan iki şarkı sonra..” Hiçbir keresinde bırakmazdı beni. İyi, tamam, oynadık, bitti. Dönüşte yine oynarız.. Dinlemezdi.. ”Bak şimdi bu çerez tabağını dökücez; leblebiler saatmiş, üzümler dakika, fındıklar günmüş ama.. Sayalım, o kadar sonra git..” Pazarlık ederdim. “Fındık gün diilmiş, leblebi saat.. ona tamam.” “Peki” derdi. Sonra aniden nereden bulduğunu bilmediğim tek şamfıstığını çıkarıp “peki bu yılmış, yıl olsun“ derdi. “Yüzyılmış tamam mı, ölüm gelinceye kadarmış..”
Üzümleri, leblebileri falan sayardık sonra. Tek şamfıstık, o yüzyıldı.. O ölümün geldiği zamandı. Onu pek tartışmazdık. Onu açar, yarısını yer, yarısını bana yedirirdi. Sonra, sonra o öpücük balığı ve ayrılık..
“Ben gidiyim” dedim.. Sesi boğuktu.. ”Gitme” dedi.. Ama söyledim. Hep öyle derdi.. Giderdim sonra. Döndüğümde oradaydı, bilirdim. Yine “gitme” derdi..
“Gitme” dedi.. Gözlerinde yaş tomurcukları, birazdan duracak dünyalar, sanki hepimiz ölücez. “Bu kez gitme”..
Gitmesem olur sanki.. “Ama bunun sonu yok ki” dedim.. “Yok işte salak “dedi.. ”Hep sonunu istiyorsun. Sonu, bittiği yer, tükendiğim zaman.. Yerine yenisini tüketmeye başlayacağın zaman.. Bu kez gitme işte.. Gitme..”
Karşısında bir çocuk gibi duruyorum.. İçimden bir çocuk o duvarı tırmanıp aşmaya çalışıyor ama olmuyor.. Birileri yıllarca ördü o duvarı.. Annem koydu bir tuğla, sonra babam.. Dayım, öğretmenim, komutanım, patronum, radyom, televizyonum.. Gidicem ben, işim var işim.. Çıkıp sokak kedilerini tekmeliycem, yalan söyliycem, rakı içicem.. Hasan’a borcum var.. Tarık’la sözleştik, kaçıcaz hafta sonu, karı bulmuş.. İlknur iş arıyo sonra.. Resmen iş istiyo işte, aramıştır.. Onun yeri ayrı ama İlknur da fena değil şimdi.. İşim var.. İşim..
“Gidiyim ben” dedim.. Bu kez gözleriyle “Gitme” dedi.. Ben de ona “gözlerim sana mı kaldı” gibisinden baktım.. Tek mi sana kısmet olacak sanıyorsun benim “çivileyen bakışlarım”.. İşi var gözlerimin. Kritik pozisyonlara bakıcam, topa konsantre olucam, Top Secret’ı izliycem, günlük kuru yakından takip edicem.. İlknur’un kalçalarına bakıcam.. MTV’nin klipleri, savaşlar, siyah-beyaz yerli filmler.. İşi var gözlerimin..
Sonra yıldırımlar çaktı.. Hiç susmadım.. “Hayat masal mıydı yani?.. Dışarıda millet birbirinin gözünü oyarken, biz burada yanak yanağa.. Noolcaktı yani.. Leblebiden saat olur mu.. “Vakit” denen nanenin ne demeye geldiğini herkes biliyor artık.. İyi.. Pıt pıt pıt öpüşelim, sen beni seviyormuşsun, ben seni çok.. Ee, Anangil “Oturma odası takımını erkek tarafı alsın” dediğinde ne bok yiyecez peki? Öpücük balığını mı satacağız..” Nefes nefese sustum..
“Dışarıdakiler” dedi.. “Dışarıdakiler, bunu beceremez işte.. Öpücük balığını kimse alıp satamaz.. Sen bile.. Diyelim ki öyküsünü yazdın, beş para etmez..”
***
Bir varmıştı, şimdi bir yokmuş..
Nevizade Sokağı’ndayız, yol boyu meyhane.. Masanın altından İlknur’un elini tutuyorum.. Dördüncü kadehten sonra sayamaz oldum rakıları. Bir çingene, yanındaki masaya keman çalıp haykırıyor “Dönülmeyyz akşamıyyn ufuğuğun daiiz, vakiyyt çook geyç artık..” Elini darbukaya röntgen filminde her patlattığında gözümün önünde bi dudağı gökte bi dudağı yerde masal devleri görüyorum.. Gümm! Dev.. Güm! Lamba cini.. Güm! Haramiler..
Kocaman bir davulun üstünde küçük bir şey kırıntıları dökmüşler gibi, belki öpücük balığının yemleri onlar.. Hani onun en yalın ve sevimli hali gibi.. Gümm!.. Zıplıyor hepsi, gümm zıplıyor her şey.. İlknur’un göğüsleri kliplerdeki gibi havalanıp zıplıyor.. Uçuşup tekrar yerine düşüyor, tabaklar, yıldızlar, sigaram.. Canım yanıyor.. Sonra pıt pıt pıt.. darbukaya üç parmak darbesi vuruyor çingene.. Masalların sonunda gökten teklifsizce düşen üç elma bunlar.. Ben görüyorum, İlknur görmüyor, kimse görmüyor..
Müzik bitti.. İlknur bir şeye gülüyor.. Masanın yanı başında, tuhaf, simsiyah gözlüklü, başı sımsıkı bağlı bir kadın var.. O hep var Nevizade sokağında.. Elinde kocaman bir çerez kavanozu, sormadan, avucundaki çay bardağını kavanoza daldırıp, bardak dolusu kuruyemişi masamıza boşaltıyor.. cebimden para bulup kadına uzatıyorum.. Aklımda zamanın en acı tadı.. ”Peki kaç leblebi var bunun içinde teyze” diye soruyorum.. Kadının suratını yıllar bıçaklamış, sesinde hırıl hırıl alaycı bir öfke; “Manyak mısın sen koçum?” diyor.. İlknur gülüyor, benim gözüme üç elma kaçtı, masalların kötü kalpli cadısı avucumdaki parayı yolarcasına kapıp yan masaya seğirtiyor..
Az önce bir masal bitti, kimse bilmiyor.. Öpücük balığı bir iskelede, güneş altında çırpınıyor.. İlknur’un gözlerinin işi var, benim yüreğim kovulmayı çoktan hak etmiş, boşta gezer.. Uzaklarda bir çocuk, uyuyakalmış ninesini sarsıp “Bana masal anlat” diye ağlıyor..
Diyelim ki öyküsünü yazdım, beş para etmiyor..
ATİLLA ATALAY
Kaydol:
Kayıtlar
(
Atom
)