Sen işte..Mırıldanıyorsun kendi kendine..
Dönüşü yok yaptıgın hiçbirseyin... Sözcüklerden inşa ettiğin ülkeler silinip gidiyor bir
üflemenle; senin yada bir baskasının..
Süzülüp duruyorsun kağıtlarda ;
kalem izlerinden ibaret bir dünyaya doğru... en pürüzsüz duvar tanrın oluyor, sessizliğinse sesin..
Elinde ki o küçük deftere cümleleri değil yalnızca kelimeleri düşüyorsun tek tek birbirinden kopuk, alakasız,anlamsızca..
kelimeler birleşip cümlenin kendisi olmaya başlıyor gözlerinin önünde ;izliyorsun..Yazıyorsun kargacık burgacık el yazınla, sanki bir yere
yetişiyormuşçasına aceleyle,bir başına kelimeler her şeyi ifade ediyor sanıp rahatlıyorsun..
Gerisin geri mi yoksa tam tersine sadece olduğun yerde mi hareket ediyorsun bilmiyorsun ama ileriye
dair bir adım attığını sanmıyosun... Zamanın belirteçlerinden muaf bir sessizliğin içinde, sağır
kulağına çocukluktan hatıra çan sesleri yerleştiriyorum senin için ve bu yanılsamanın sana vereceği uyku için.
Oysa ki en basında, ortasında ve sonrasında her şeyin bir yanılsama olduğunu bilirken, kendini
yine de bu yanılsamanın içine bırakabilmeni sağlayan fikir ne? Kendine söylemeyi becerebildiğin tüm yalanların
toplamısın sen ve kendinden kaçırdığın doğruların iç çekmesi...
üç aşağı beş yukarı
varlığım ve yoklugum üzerine bir küçük deneme yazma niyetiyle masanın başına geçmiştim
dün gece; bugün ki gibi serin değildi ve ben de hırkalı ve üşümüş değildim..
henüz ortada hiçbir hikâye
yoktu bu hisse ve bana ait..
Bir yaşamın içini boşaltan veya tıka basa dolduran, orda içinde bi yerde kendimizi kaybolmuş hissetmemize neden olan temel durumun
yaşanılan mutluluk ya da mutsuzluklardan öte, o yaşamın kendimize olan izlerine teğetliğinde saklı olduğuna inanıyorm uzun zamandr.
Ben de aynı senin gibi izler üzerinden hareket etme niyetiyle çalıp çırpıyorum etrafımdaki
ruh diye adlandırılan aşağılık komplekslerinden...